16 Mart 2016 Çarşamba

Bir kadın gözyaşında saklar tüm dünyasını, kavgalarını...
Kırgınlıklarını..
Çünkü deli divane kavgalarda iki tarafı da yakmak yerine içine atıp tek başına göğüslemeyi seçer çoğu zaman tüm o yangını..O kadar çoktur ki birikmişlik, ufak bir tartışmada bazen raydan çıkar ve yakar bütün gemileri, derler ki, '' Ne kadar da fevrisin''
Kadın öyle biriktirir ki tüm o acıları, hani güçsüz deriz kadınlara, erkeğe ihtiyacı var, evinde, başında bir erkek olsun, bir kadın erkeğin kaldırabileceğinden çok daha ağır duygusal yükleri kaldırır sırtında aslında..Çünkü o umursanmakla lanetlenmiştir, başkalarının önemsemediklerini onlar yerine de önemsemek, her defasında yanılmak ve kendine kızmakla..
Bazen şans o kadından yana güler;
Birileri anlar onu..
Gözyaşlarını eliyle siler ve alnına koruyucu bir öpücük koyar, ancak o zaman sakladıklarını rahatlıkla döker kadın gözyaşlarıyla...
Ve siz hayretler içinde bakakalırsınız kadının kalbinden çıkanlara..
Bazen ''kal'' demek istersin;
O gider..

''Bilirim herkes, payına düşeni yaşar,
Ve her yeni günde değişir birşeyler..
Sende kendi payından bir hatıra seç ne olur
Ve o ben olayım;
Beni Unutma.''

8 Mart 2016 Salı


Bu şarkı, beni yalnız bırakmayan birine ithafen.
Iyi ki varsın adam.
Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun

Bir kadın, ne kadar güzel, kültürlü, zarif, dürüst ve hoş olursa olsun,hırçın, huzursuz, ve asabiyse, son derece iticidir.
Hangi erkek, böyle bir kadınla birlikte olmak ister? Yanınızda, lüzumsuz el kol hareketleriyle, asabi mimiklerle, dişlerini sıkarak konuşan, her an patlamaya hazır bir bomba ile ne kadar huzurlu ve mutlu olabilirsiniz?
Şık giyinmek de önemlidir ama, zarafet, daha önemlidir. İnsan yaratılış itibarıyla hantal olabilir. Öyle ölçülü, öyle güzel yürüyen toplu hanımlar vardır ki; onların yürüyüşlerini bile seyretmek, ruha huzur verir. Hele onlarla yürüyüşe çıkmak, ne kadar mutlu eder insanı! Yere basışlarındaki yumuşaklık, adımlarındaki acelesiz huzurlu tempo ruhu rahatlatır.
Zarafet, kadını şiirleştirir. Öne yıkılacakmış gibi, asker gibi, omuzları düşük, kambur, boynu, başını taşıyamıyormuşcasına bükülmüş, sallanarak veya sürüklenerek, ya da paldır küldür yürüyen bir kadın düşünün! ..
Ne kadınlar vardır; tesettürlü de olsalar, süzülür gibi, danseder gibi yürürler. Bir bardak su verirken, bardağı değil, dünyaları uzatırlar, insana! ‘Hizmet’ önemli değildir. Sunuş önemlidir. Yumuşak, hoş bir hareketle, gözlerinin içi gülerek, saygı ve sevgi dolu bir bakışla uzatılan bardağın içindeki, her ne ise, mutluluğa dönüşür. Daha içmeden huzur, mutluluk ve yaşama sevinci yayılır ruha. Sunulan suysa; su da hayatsa; bu su ab-ı hayattır!..
“Günaydın! Aşkım! Canım!” demeseler bile, öyle bir tebessümle gelirler ki yanınıza; hangi kötü ruh halinde olursanız olun, o anda gülümser, huzur duyar, onunla bütünleşiverirsiniz. Bir demet çiçek gibidirler. Cıvıl cıvıl bir kuş, berrak akan bir su, gün ışığı gibidirler. Uzaktan duyarsınız, sıcaklığını. Ona doğru yaklaştığınızın farkına bile varmazsınız. Mıknatıs gibi kendilerine çekmişlerdir sizi. Demir tozları gibi yapışır kalırsınız. Zaman durmuştur. Mekan orasıdır. Dünya o kadarcıktır. Kalabalığın sayısal değeri bire inmiştir. İkiye çıkmasına da lüzum yoktur.
Şiir gibi yürürler. Şiir gibi dolanırlar, etrafınızda. Şiir gibi konuşur, en güzel melodiler gibi gülerler. Ağlayışları da hiçbir kadının ağlayamayacağı kadar güzeldir.
“Hiçbir kadın senin kadar güzel ağlayamaz.
.Bir yıldız yağmurudur, senin gözyaşların! ” der, Ümit Yaşar OĞUZCAN.
Film de onlardır, şarkı da, hayat da! Etiyle kemiğiyle gerçektirler; yaşattıklarıyla, hayal aleminin bireyleri. Dokunmaya kıyamazsınız. Bakmaya doyamazsınız. Okşasanız, saatlere düşman olursunuz! Birkaç ömür daha istersiniz, Yaratan’dan. Dünyanızı, cennete değişmezsiniz.
Dans edercesine yaşamaktır, onunla günlük hayatı yaşamak. Gülümseyerek uyanırlar. Müzikle, oynarcasına çay yapmaya giderler. Telaşsız, cıvıl cıvıl güne başlayan sevimli kuşlar gibidirler. Onların tüm amaçları, erkeklerini mutlu etmektir. Onları mutlu ederek mutlu olurlar.
Bir de hizmetçi ruhlu kadınlar vardır. Sabah sabah, oflaya puflaya yataktan kalkarlar. Söylene söylene, takur tukur temizliğe başlarlar. Kafanıza çarpar gibi kurarlar sofrayı. Mükellef bir kahvaltı sofrasında bile çekilmezler.
Sadece bayanların mı romantizmden hoşlandıklarını sanıyorsunuz? Ya da sevilmekten? Erkeklerin de romantizme, sevgiye, ilgiye ihtiyaçları olduğunu düşünmüyor musunuz? Onlar, sevildiklerine inandıkları, doya doya sevgi aldıkları zaman, kahvaltılarını yapmış olurlar. O konuda akşama kadar acıkacaklarını, başkalarına ihtiyaç duyarak, avuç açacaklarını, sevgi dileneceklerini sanmıyorum.
Akşam da aynı sıcaklıkla karşılanıp, aynı huzur ortamına çekildiklerinde, onlardan mutlu kimse olmaz. Kovsanız da yanınızdan ayrılmaz, ne kadın, ne erkek, kimseye ihtiyaç duymazlar. O sizindir. İmzayla, kanunen değil, bir köle gibi, seve seve! ..Artık herkes onu, sizden kıskansın!
Sahabeden birisinin hanımı ekmeğini, suyunu güneşe koyar, sıcak su, kuru ekmek yermiş; kocası işinde öyle yiyor diye. Eşini, erkeğini kendisinden önce düşünür, İslam kadını! Onu ana gibi şefkatle sarar. Abla gibi kanat gerer üstüne. Kardeş gibi yanında, canında taşır. Arkadaş gibi omuz verir, paylaşır. Eşi olarak da tüm yüreğiyle, her şeyden çok sever, herkesten üstün tutar, sahip çıkar kardeşim! Sahip çıkar!
Evde ne huzur veriyorsunuz da, dışarıdakilerden kıskanıyorsunuz? Her şey iyi gidiyorsa; onlar neden kendilerini dışarıya atıyorlar? Arılar, bal dolu kovanlarını neden terk ediyor? Acı yok, tatlı yok; evde duranın aklı yok!
Kalıp gibi, kolalı kadın olmayın! Sinirden tir tir titreyen, söylenen, bağırıp çağıran, kavgazan, fettan, fetfaz bir kadın olmayın! Önce sakin olun! Huzur bulun; huzur verin! Sonra zarif olun! Daha sonra da duygusal olun. Akıllı olun, akıllı!
Unutmayın ki; onların herkesten önce, size ihtiyaçları var!
Onur BİLGE
Biraz da tebessüm :)


7 Mart 2016 Pazartesi



Bir fincan kitap alır mıydınız?
Her tanıdığım insan yeni bir kitaba başlamak gibi benim için.Bazısı daha ilk cümleden kendini belli ediyor, kapatıp rafa geri koyasın geliyor da ayıp olmasın diye şöyle bir göz gezdirmeye devam ediyorsun sıkıla sıkıla..
Bazısı bir solukta yaşamak isteyeceğin türden oluyor, sayfaları atladıkça içindeki heyecan büyüyor, kalbine işlenmiş kelimeler gün yüzüne çıkıyor, onunla olmak, onu yaşamak, her cümlede onu sindirmek istiyorsun, sana o kadar kutsal şeyler öğretiyor ki.. Bitince bedenini koskoca bir boşluk kaplıyor, çaresizce başa dönüyor, yeniden okuyorsun.
Bazen ilk okuduğun kitap seni bir daha kitap yüzü görmeyecek kadar tiksindiriyor da..Bazen seni diğerlerine teşvik ettiği için o ''ilk''i başucundan ayırmıyorsun.
Dostların gibi..
Eski sevgililerin, eski yaraların gibi.
Nihayetinde hepsi de son buluyor.
Hepsinin son bir cümlesi var işte.Hani o cümlenin sonunda ki üç nokta...
Ve ''son''.
Hayatımda tanıdığım her yeni insan ve öğrendiğim her yeni kelime, cümlelerin içinde kaybolurken onu tanımaya olan açlığın yerini olgun bir varsayımcılığa bırakırken, yani o malum ''son''a yaklaşırken çoğu zaman tek arzum, hiç bitmemesi oluyor.
Çünkü ben her yeni başlangıçta korkarım ve her yeni başlangıcı deli bir heyecanla beklerim.
Galiba bende böyle bir kitabım...

''İnanmakta geç, sevmekte çabuktum''


Bir büyük buhranın dalgasında kayboluyorum, aydınlık bana şu masallardaki kafdağı gibi görünür oluyor sanki. Kaçmaya meyilli ruh halime aksi için sebep vermeye niyetleniyorum fakat düşünmekten de bir türlü alamıyorum kendimi.
Birileri yanımda beni dürtüp uzun gereksiz cümlelerin sonunda ''Öyle değil mi?''diyor ve ben her seferinde bilmediğim bir konuda onay görüşü belirtiyorum.
Bir terazide gibi duygularım..
Kötü haller upuzun bir günü kaplıyor, 
Başlarda şimdi aydınlık hallerim uzadıkça buhram sürem azalıyor bebek adımlarıyla ben;
''Korkarım ömrüm koca bir günü huzur içinde gerçimeme yetmeyecek'' diyor..
Her günün sonunda günbatımıyla kadeh tokuşturuyorum küstah bir kabullenişle..
Bazen aşktır hayat..
Bazen aşkın ne olduğuna dair ufacık bir fikre sahip olmamak.

''Sende bilirsin hiç bir acı sonsuza dek sürmez''

3 Mart 2016 Perşembe

Uzun zaman sonra;
Tozlanmış, pas tutmuş gibi hissediyorum.
Aileni sevdiğin gibi kimseyi sevmezsin hayatta, ailen seni sen olduğun için seven sahip olduğun tek gerçek şeydir. Çünkü insanların sevdiğin özellikleri listeleme gibi garip huyları vardır." Aşkım, benim neyimi seviyorsun en çok?" sorusuna kılıflar uydururlar; " Kolunu, bacağını, dudaklarını, gözlerini, saçlarını..." Hani uzuvlarına aşık olmuş gibilerdir karşılarındakilerin.
Ailen ne olduğuna ya da ne kadar çirkin olduğuna bakmaksızın seni sever, karaburunlu olman onlar için bir şey ifade etmez, aksak olman ya da algılama probleminin olmasıda bir şeyi değiştirmez..
Hayatının en büyük hatası onlar için gelip geçici bir buhran döneminden ibarettir ve bu dönemde yanındadırlar diğerlerinin aksine.
Yani ailen hayatta sahip olduğun en değerli varlığındır. Hani bazen birilerine aşık olup, o aşık olduğun insanlar için ailenden birilerini kırma hakkını kendinde görüyorsun ya, yapma onu işte.
Çünkü ne kadar kırarsan kır seni sevmekden ve bağışlamaktan vazgeçmeyen tek yer "anne kucağı, baba ocağı"dır...

"Kimse beni sevmiyor diye bağırdım.
Annem; Ben daha ölmedim. "
Cemal Süreyya

O halde; Zeki Müren / Anne