24 Eylül 2019 Salı

Bir gün bakmışsınız ki, can dediğiniz canınızı alıp gitmiş..
Kaba, gözü kara ,hoyrat, yüreğinize haylaz bir çocuğun inadı ve gücüyle asılan bir cellat.
Can katmak için değil asılmalar, o can yakıcı ağırlıklar..
Belki söylenmemiş sözlerin, belki yarım kalmış bir muhabbetin devamına vurulmuş baltanın keskinliğindendir hissettiğin şey.
Kalbe saplanan ve belkide cellattan bile acımasız o minik ama çok can yakan kıymık..
Gittikçe koyulaşan, kıvamını bulmaya çalışan, bulacağım derken de dibi tutan çorba gibi.
Yürekteki ağırlık, hemen yanındaki tuhaf boşluk..
Gereğinden fazla ve hatta gereksiz yere yüklenmiş anlamların sonucu.
Her şeyin ölçüsü var,
''Sana yüklediğim anlamları senmişsin gibi düşünme aldanırsın''
Peki kişi aldanabilir mi?
Hiç mi anlam yüklemiycez?
Cana karşı sözler de ve manalarda pazarlık mı yapıcaz?
Söylemek istediklerimizi kime yada hangi boşluklara haykırıcaz?
Sevgide temkin olursa onun adı sevgi mi olur, muhatap can mı olur?
İyi de muhatabın bünyesi zayıf ve manaları hazmedemeyecek kadar kuvvetsizse, mana yükleyenin suçu ne?
Hep mi frenlemeli kendimizi...
Frenlersek biz biz olabilir miyiz?
Hoyrat cellatlar yüzünden sus pus mu olmak gerek?
Hep bir maske mi taşımak, ben ben, sende sen olsan ne olur sanki?
Duruma uygun aforizmalar tekrar ederek şifa bulmaya çalışan kişi durumuna düşmek istemiyorsanız, insanlara gereğinden fazla anlamlar yüklemeyin.
Ya da önce birkaç anlam deneyin, şayet taşıyabiliyorsa devam edin..
Taşıyorsa zaten o anlamlara sahiptir, eğer taşımıyorsa o hiç can olmamıştır ki.
Olduğu hissine kapılmıştır.